
Farmakomikrobiyomik: Mikrobiyomun İlaç Yanıtına Etkisi Nedir?

Tıp dünyasında uzun yıllar boyunca ilaçların etkileri sadece kimyasal yapıları ve insan genetiği üzerinden açıklanmaya çalışıldı. Ancak son yıllarda ortaya çıkan şaşırtıcı bir gerçek, bu ezberi bozdu. İlaçlara verdiğimiz yanıt büyük oranda bağırsaklarımızda yaşayan mikroskobik canlılara, yani mikrobiyotaya bağlı olabilir. Bu keşif, “farmakomikrobiyomik” adı verilen yeni bir bilim alanını doğurdu. Farmakomikrobiyomik, mikrobiyota ve mikrobiyom etkileşimlerini inceleyerek, ilaçların emilimi, metabolizması, etkinliği ve hatta toksisitesi üzerindeki rolünü anlamaya çalışır.2
Mikrobiyota, insan vücudunda özellikle de bağırsaklarda yaşayan bakteri, virüs, mantar ve arkea gibi mikroskobik canlıların tümünü ifade eder. Her bireyin mikrobiyotası, genetik yapısı, doğum şekli, beslenme biçimi, yaşadığı çevre ve kullanılan ilaçlara göre benzersiz bir yapıya sahiptir. En yoğun mikrobiyal çeşitlilik ve sayı kalın bağırsakta bulunur.
Bu canlılar yalnızca sindirimi kolaylaştırmakla kalmaz; bağışıklık sistemini düzenler, vitamin üretir, toksinleri parçalar ve ilaçların vücutta nasıl işlendiğini doğrudan etkiler.
Bir gram dışkıda yaklaşık 100 milyar bakteri bulunabileceği tahmin edilmektedir. Mikrobiyotanın sağlığımız üzerindeki etkisi, insan vücudundaki canlı hücrelerin yalnızca %10’unun insan kökenli olduğunu bildiğimizde daha iyi anlaşılabilir. Geri kalan %90’lık hücre oranı mikrobiyotaya aittir. Genetik açıdan da vücudumuzdaki genlerin %99’u bu mikroskobik canlılara aittir. Bu yüzden mikrobiyota, “ikinci genom” ya da “görünmez organ” olarak anılmaktadır.1
Farmakomikrobiyomik araştırmalar, ilaçların herkes için aynı şekilde çalışmadığını gösteriyor. Bazı durumlarda mikrobiyota, bir ilacı tamamen etkisiz hale getirebiliyor.
Örneğin, kalp yetmezliği tedavisinde kullanılan digoksin, kalın bağırsaktaki Eggerthella lenta adlı bir bakteri tarafından metabolize edilerek inaktif bir forma dönüştürülebiliyor. Üstelik bu bakterinin ilacı etkisizleştiren genleri taşıyıp taşımadığına göre, digoksinin hastada işe yarayıp yaramayacağı da değişebiliyor. Yani aynı ilaca farklı kişilerin farklı yanıtlar vermesinin ardında mikrobiyota farklılıkları yatabiliyor.2
Benzer şekilde, kolon kanseri tedavisinde kullanılan irinotekan adlı kemoterapi ilacı da bağırsakta toksik hale gelebiliyor. Karaciğerde zararsız bir metabolite dönüştürülen bu ilaç, bağırsaktaki bakterilerin ürettiği β-glukuronidaz enzimi tarafından tekrar aktif hale getirilerek, ciddi bağırsak hasarına ve şiddetli ishale neden olabiliyor.
Ancak burada umut verici bir gelişme var: Bağırsak mikrobiyomu hedeflenerek antibiyotikler veya enzim inhibitörleri kullanıldığında bu zararlı etki azaltılabiliyor. Bu örnek, farmakomikrobiyomik yaklaşımın tedavi planlamasında ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.2
Bazı durumlarda ise ilaçlar mikrobiyotayla işbirliği yaparak daha etkili hale geliyor. Tip 2 diyabet tedavisinde yaygın olarak kullanılan metformin, sadece karaciğerde değil, bağırsaklardaki mikrobiyota üzerinde de etkili.
Araştırmalar, metforminin bağırsak mikrobiyotasında faydalı değişimler yaratarak bazı yararlı bakteri türlerinin (örneğin Akkermansia muciniphila) çoğalmasını sağladığını ve bu sayede kan şekeri düzenleyici etkisini artırdığını gösteriyor. Hatta bu değişen mikrobiyotanın, ilacı hiç almamış deney farelerine nakledildiğinde bile glikoz toleranslarını iyileştirdiği gözlemlenmiş. Bu bulgular, ilacın etkinliğinde mikrobiyotanın ne kadar belirleyici olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.3
Mikrobiyota sadece ilacın etkisini değiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda ilaçların yan etkilerini de şekillendiriyor. Antidepresanlar, antipsikotikler ve bazı antibiyotiklerin mikrobiyota dengesini bozarak metabolik bozukluklara, kilo artışına ve sindirim sistemi sorunlarına yol açabildiği biliniyor.
Örneğin, risperidon kullanan bireylerde kilo alımı ve insülin direnci gibi sorunların bağırsak mikrobiyotasındaki değişimlerle ilişkili olduğu ortaya konmuş durumda. Özellikle Firmicutes/Bacteroidetes oranındaki artış ve Akkermansia muciniphila azalması gibi değişimler, bu yan etkilerle ilişkilendirilmiştir. Hatta bazı çalışmalarda, antibiyotiklerle mikrobiyotası baskılanan farelerde ilaca bağlı kilo alımının da azaldığı gözlemlenmiştir.3
Tüm bu bilgiler ışığında artık eczacılık ve tıp dünyası, klasik “bir ilaç herkese uyar” anlayışından uzaklaşıyor. Bunun yerine, kişinin mikrobiyota yapısına göre şekillenen, daha bireyselleştirilmiş bir tedavi yaklaşımı benimsiyor.
İleriye dönük olarak, reçeteye yazılan her ilacın yanında bir de “mikrobiyota analiz raporu” görmek mümkün olabilir. Farmakomikrobiyomik, bu anlamda geleceğin kişiselleştirilmiş tıbbı için yeni bir kapı aralıyor. Sadece genetik yapımız değil, içimizde yaşayan mikroskobik canlılar da hangi ilacın bize iyi geleceğini, hangisinin zarar vereceğini belirliyor.
Görünüşte küçük ama etkisi büyük bu mikroskobik ortaklarımızla uyumlu bir tedavi stratejisi, modern tıbbın bir sonraki büyük adımı olabilir.4
Kaynakça
#mikrobiyom #bağırsak mikrobiyomu #mikrobiyom ve mikrobiyota farkı #insan mikrobiyomu #anne sütü ve mikrobiyota #vajinal mikrobiyota #insan mikrobiyotası #gut mikrobiyota #mikrobiyota ve mikrobiyom
Nobel İlaç’ın Sağlık Profesyonellerine Yönelik Dijital Platformu